28 Aralık 2010 Salı

Aysel'in Annesini Kaybettik

Kuzey doğduğundan bu yana bizimle beraber olan Aysel hayatımızın en önemli parçalarından biri. Kuzey ve Zeynep'i kendi dört çocuğundan ayırmadan büyütüyor.
Öğrenme aşkı da sürekli kendini geliştirmesine neden oluyor. İki sene önce ehliyet aldı ve şimdi de liseyi dışarıdan bitirmeye çalışıyor.
Aysel'in annesi Yüksel Teyze  iki senedir kanserle mücadele ediyordu. Gerçekten çok çekti ve geçtiğimiz gün son nefesini verdi.
Allah rahmet eylesin.

26 Aralık 2010 Pazar

Kaç Zil Kaldı Örtmenim'i Okurken Ağlamaktan Gözüm Çıktı

Filiz Aygündüz'ün 'Kaç Zil Kaldı Örtmenim'ini okudum.Kitap;  23 yaşında, İstanbullu ve kendi küçük burjuva çevresinin dışına hiç çıkmamış bir öğretmenin mecburi hizmetle gittiği Diyarbakır-Silvan'daki bir yılını anlatıyor.



Kendisi de mecburi hizmetini aynı bölgede yapan Aygündündüz yarı-otobiyografik kitabında samimi bir dille yabancılaşmayı, Türk-Kürt ilişkisi ve ilişkisizliğini anlatıyor. Kırık bir aşk hikayesinin gölgesinde genç öğretmen aslında öğrencilerinden çok şey öğreniyor.

Diyarbakır'a ilk gittiği ve Kürtçe'yi ilk duyduğunda yaşadığı şok, Silvan'da da, İstanbul'da da kendini ait hissedememesi, öğrencilerin ona duyduğu büyük ve içten sevgi ve hayatının en büyük aşkı kitabın ana temaları. Bir edebiyat harikası değil ama bölgeyi anlatan samimi bir roman.

Ben çok ağlayarak okudum kitabı. Vapurda, takside ve minibüste okuduğum için de zaman zaman çevremdekilerin tuhaf bakışlarına maruz kaldım. İmkansız aşka çok üzüldüm ve en çok çocuklar için gözyaşı döktüm.

Şu anda devam eden iki dil tartışmalarında taraf olmadan önce okunmasında fayda var.

24 Aralık 2010 Cuma

Elif Şafak Sorunsalım

Sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim. Elif Şafak' a kılım. Kıl olma nedenlerime gelince:


1-Bence iyi bir yazar değil. Şafak'ın iki kitabını okudum. Biri 'Baba ve Piç' diğeri 'Siyah Süt'. Baba ve Piç'i Ermeni okumaları altında da yazacaktım ama şimdi burada yazayım, aradan çıksın. Baba ve Piç özellikle dava konusu olduğu zaman çok konuşulmuştu.Tabii ki bir yazarın eseri nedeniyle yargılanmasına karşıydım ve Elif Şafak hakkındaki takipsizlik kararına çok sevinmiştim. Ama edebi açıdan bakacak olursak kitap çok kötü ve acemiceydi. Bir şablon alınmış ve ona göre bir roman yazılmış. Derdim savunduğu fikirlerle değil, karakterlerin karikatürize olması ve dilin basitliğinde. Önereceğim bir kitap değil kısacası.

İkinci  okuduğum kitabı da 'Siyah Süt' idi. Ondaki bir kadının içindeki farklı yanları karikatürleştirme fikri hoş bir buluş. Ama sonrası aceleye gelmiş ve ortaya özgün bir eser değil, derleme çıkmış.

2-Kendisini samimi bulmuyorum. Kocasıyla olan ilişkisini anlatmasından, yazma ritüellerine kadar anlattıklarını çok poz ve kurgulanmış buluyorum. Bıdır bıdır özel hayatı hakkında konuşmasına ne gerek var? Yazarlar pazarlama çalışması yapmasın demiyorum ama her şeyin bir sınırı var. Yok kocasıyla birbirlerine iyi gelmişler, yok taze ekmek kokusu duymadan çalışamazmış. Ayrıca bir şey de zor  ve kötü olsun. Mutluluk mesajları veren ünlü çiftler iki gün sonra boşanmıyor mu, ifrit oluyorum. Ya mutluluk pozu verme ya da boşanma. Bir de hiç çocuk büyütmenin zorluğundan filan bahsetmiyor. Sanırım bir tek ben uykusuz kalıp, kendimi yetersiz hissediyorum.

3-Marka ödülünü kabul etmiş olmasını komik ve gereksiz buluyorum. Buna inanamadım gerçekten. Benim bildiğim şirketler, bir de haydi bilemedin Seda Sayan filan marka olur. Marka olmak için pazarlama stratejin, buna özel ekiplerin, reklamların ve  logon filan olması gerekmez mi? Markanın amacı aynı malı daha pahalıya satmak değil mi? Bir yazarın neden fiziki olarak ödüle ihtiyacı var ki?

21 Aralık 2010 Salı

İlk E-Kitabımı Okudum

Ben kitabı obje olarak sevenlerdenim. Yaşım nedeniyle de önemli bir metin okuyacaksam, bilgisayar ekranından okuyamam, mutlaka basıp okurum.

O nedenle e-kitap okuyup okuyamayacağım konusunda kararsızdım. Ipad'te ilk e-kitabımı Kobo'dan satın  aldım. Çok basit kullanım sunan, temiz bir uygulama. Aldığım kitap 'Kızarmış Yeşil Domatesler'in yazarı Fannie Flagg'in son kitabı 'I Still Dream About You' idi. Herhalde pek çoğunuz 'Kızarmış Yeşil Domatesler'in filmini seyretmiştir. Kitap da çok başarılıydı. Flagg'in bir de 'Welcome to the World Baby Girl' isimli bir kitabı var. O da çok sürükleyici ve eğlenceliydi.


I Still Dream About You'yu ise çok başarılı bulmadım. Karakterler karikatürize, olay örgüsü ilerlemiyor, merak unsuru yok. Flagg'in diğer kitaplarındaki gibi ABD'nin güneyinde Alabama'da geçiyor. Güney'in sıcaklığından izler taşıyor. Eski Alabama Güzeli'nin mutsuz yaşantısından yola çıkan kitapta paralel olarak 70 yıl öncesine dair bir hikaye daha anlatılıyor. Ama Flagg'in eski  kitaplarıyla boy ölçüşemez.

E-kitap deneyimi ise son derece başarılıydı. Işık ayarı yapılabildiği için gözlerim yorulmadı. Bookmark özelliği sayesinde kaldığım yerden devam ettim. Ayrıca ABD'de yeni piyasaya çıkan kitabı bir dakikada alıp, okumaya başladım.Şimdi de kütüphanemde  yer tutmasına ve tozlanmasına gerek yok. Daha ne olsun!

19 Aralık 2010 Pazar

Palladium'da Sinema Çok Kazık

Çocuğum olduktan sonra sinemaya ancak çocuk filmi seyretmek için gider oldum. Aslında evde de çocuklarla dvd seyrediyoruz ama sinemaya gitme ritüeli Kuzey'in çok hoşuna gidiyor.

Bu cumartesi bir haftadır gitmek istediği Çılgın Dostlar 3'e gittik. Öncelikle bir uyarıda bulunayım.Palladium'daki sinemalar çok kazık. Pek çok sinemada ilk seans yarı fiyatına oluyor. Fakat Palladium'daki Mars Sinemaları'nda öyle değilmiş. Bu nedenle bir tam bilet 16 TL, bir öğrenci 14 TL olmak üzere toplamda 30 TL bilet parası verdik. Oysa Hillside'da ya da Kozzy'de bunun yarı fiyatına sinemaya gidebilirdik.

Neyse, Kuzey'le içeri girdik. Üç yaşından küçükleri almadıkları için Zeynep gelemedi. Sinemaya gelmenin en büyük olayı olan patlamış mısırımızı aldık ve diğer anne-baba ve çocukların arasına katıldık.

Filmi ben çok beğenmedim ama Kuzey beğendi. Çılgın Dostlar 1'i daha çok beğenmiştim. Bu film hem komik değildi hem de biraz zorlamaydı bence. Mesela Toy Story 3'un yanına bile yaklaşamaz.

17 Aralık 2010 Cuma

Seinfeldvari bir toplantı

En sevdiğim dizi Seinfeld'tir.Kahramanlarının enteresanlıkları dışında çok basit bir olayın son derece komplike hale geldiği senaryosu muhteşemdir bence. Tuhaf tesadüfler eseri kahramanlarımız sürekli kendini acaip durumların içinde bulur. Hatta bu nedenle hayatımın bazı anları 'Seinfeldvari' olarak tanımlayabilirim.


Bu hafta da böyle Seinfeldvari bir gün yaşadım. Çok yoğun toplantılarımın olduğu bir gündü. Sabah sekizde şirketteki ilk toplantımın ardından Maslak'taki ikinci toplantıya gittim. Bu toplantı uzayınca yine Maslak'ta buluşacağım üçüncü toplantı kontağımı arayıp, gecikeceğimi söyledim. O da kibar bir insan olduğu için gelip, beni alabileceğini söyledi.

Toplantıdan toplantıya koşarken

Toplantım bitti ve ben Ahmet Bey ile buluşmak için dışarı çıktım. Tarifinden kendisini tanıdım ama yanında duran ve burnu şaldır şaldır kanayan kişinin kim olduğu hakkında bir fikrim yoktu.


Meğer o kişi o sırada karşıdan karşıya geçmekte olan ve dikkatsizlik edip bir minibüse çarpmış olan biriymiş. Çarpan şoförse 'Abi, benim servise yetişmem gerek' diye ortadan kayboldu.Bense  burnu kanayan adama tampon yapmaya başladım.

Bir sonraki karede Ahmet Bey arabayı kullanıyor, yanında ben, arkada yatmış olarak da burnu kanayan kazazedemiz var.  Onu hastaneye götürmeye Ahmet Bey'in 'Sizim burnunuz önceden de yamuk muydu?' sorusuna verdiği 'Hayır' cevabından sonra karar verdik. Ahmet Bey mühendis olduğu için her zaman mantık çerçevesinde davranabiliyordu.

Kazazedemizi Acıbadem Maslak Hastanesi'ne bıraktık ve sonra toplantımıza devam etmek için şirkete döndük.

Umarım kazazedemiz kendisine çıkarılan faturadan sonra bir de kalp krizi geçirmemiştir.

12 Aralık 2010 Pazar

Tarih Dergilerinde Tarihi Tesadüf

Bu haftasonu anne olarak bol bol yemek pişirdim, üç tur çamaşır yıkadım, saklambaç, sek-sek oynadım, yapboz ve kağıt kesmece faaliyeti yaptım. Hatta tek başıma iki çocuğu alıp alışveriş merkezine giderek jetonlu arabalara bile bindirdim. Dünyanın en para tuzağı mekanlarında Timsah Mehmet'in kulaklarını çınlattım.

Okuyan anne olarak ise aybaşında aldığım NTV Tarih ve Atlas Tarih dergilerini ancak okuma fırsatı buldum. İki dergiyi de ilk çıktığı zamandan bu yana takip ediyorum. Çok da başarılı buluyorum. Fakat bu ay iki dergide komik bir tesadüf gerçekleşmiş.

İki tarih dergisinin kapağı da aynı kişiye ait!

NTV Tarih ve Atlas Tarih'in kapak konuları aynı kalemden çıkma. Tunca Örses iki dergiye de Osmanlı'nın 1. Dünya Savaşı'ndaki Filistin Cephesi ile ilgili yazı vermiş ve iki dergi de bunu kapak için kullanmış. Atlas Tarih'te Lut Gölü'ne ulaşmak için gemilerin karadan yürütülmesi, NTV Tarih'te ise Hilal-ı Ahmer doktorlarının fedakar çalışmaları konu edilmiş.

 Ben Atlas Tarih'in konusunu daha ilginç buldum. Dergideki yeniçeri ve samuraylarla ilgili dosyayı da çok beğendim.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Çocuk Yetiştirme Prensiplerim!

Tek bir çocuk yetiştirme prensibim var; prensibimin olmaması. Aslında başta prensiplerim vardı, onlara göre yaşamaya da çabaladım ama olmadı. Ve şunu anladım ki, çocuk yetiştirirken prensip sahibi olan anneler değil, bebekler oluyor. Ruh sağlığını korumak isteyen biri olarak da  kendi prensiplerimden vazgeçip, çocuklarımın prensiplerine göre yaşamayı tercih ettim.

İşte prensiplerimin zaman içinde ne hale geldiği.


Prensip 1-Çocuklarım sebze-meyve yiyecek ve sağlıklı beslenecekti: İnanın, denedim. Evde yoğurt mayaladım, hatta ekmek yaptım. Yoğurt tutmadı, ekmek taş gibi oldu. Organik sebze paketine abone oldum. Paketten sürekli manasız otlar çıktı.

Sonuç 1-Bir yaşına kadar sebze çorbalarını içen hatta enginar yiyen Kuzey bir yaşından sonra karbonhidrat rejimine döndü. Şu anda sadece köfte-pilav-makarna ile besleniyor. Evde sebze pişiriyorum ve tek başıma afiyetle yiyorum.

Prensip 2- Çocuğum kendi başına uyuyacaktı: Doğumdan önce bir arkadaşım 'Bebek başta üç ay sizi odada yatmalı' dediğinde dehşete kapılmıştım. Özel hayatımı bir bebekle paylaşamazdım. Tabii ki bebeği kendi odasında yatıracaktım.

Sonuç 2- Bunu hiç denemedim bile. Emzirme, uyutma derken Kuzey Bey bizim odaya anında yerleşti. 3,5 yaşına kadar bizimle aynı yatakta yattı. Şu anda da Zeynep ile aynı sistemi devam ettiriyoruz.

Prensip 3- Çocuğumu devlet okuluna gönderecektim. Özel okullar hem pahalı hem de çocukları gerçek dünyadan uzak yetiştiriyodur. Biz de devlet okuluna gittiğimize göre çocuklarımız da gidebilirdi.

Sonuç 3- Okul zamanı yaklaşınca turlara başladık ve imkanları gördükten sonra Kuzey'i paşa paşa özel bir okula yazdırdık.

Prensiplerim ve hazin hikayeleri tabii ki bunlarla kısıtlı değil ama bugün için bize ayrılan sürenin sonuna geldik. Devamı pek yakında...

2 Aralık 2010 Perşembe

Ağrı'nın Derinliği: Diaspora ve Ermenistan'ı Anlamak İçin

Araya iş-güç, kuduz meselesi girdi, kitap işi yarım kaldı.



Ermeni meselesinde okumamıza Ece Temelkuran'ın 'Ağrı'nın Derinliği' ile devam edebiliriz.
Ece Temelkuran özellikle Milliyet'teyken takip ettiğim ve vicdanlı olmasından dolayı beğendiğim bir yazar. Kimi zaman aşırı 'duyarlı' hali sinir bozucu olabiliyordu ama medyada sesimi duyuramayanlara yer vermesi hoştu. Haberturk'e geçince muhalif halini yitirdi gibi geliyor. Neyse bu başka bir konu.

Ağrı'nın Derinliği'nde Temelkuran Ermenistan, Fransa ve ABD'deki Ermenilerle görüşerek mesele hakkında onların ne düşündüğünün izini sürüyor.

1915 ile varolan bir millet

Kitapta görüyoruz ki;Türkiye Cumhuriyeti 1915 olaylarını ne kadar unutturmaya çalıştı, olmamış gibi davrandıysa Ermeniler de aynı dönemi o kadar hafızalarına kazımaya kararlı. T.C inkar ederken, Ermeniler yeni kuşakları çok küçük yaştan itibaren 1915 ruhuyla yetiştiriyor. Ve ortaya birbirine taban tabana zıt ve birbirine olan nefretten beslenen iki toplum çıkıyor. İki tarafın inadı da aynı ölçüde dikkat çekici. Ermeniler için hayat 1915'te takılı kalıyor.Ağrı-Ararat dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar onlar için memleketin sigesi, bir kült.

Diaspora ile Ermenistan Ermenileri Türkiye'ye farklı bakıyor

Temelkuran'ın kitabında Ermenistan, ve Fransız- Amerikan diasporalarının birbirinden farkını da görüyoruz. Ermenistan Ermenileri  geçim derdi ile uğraşıp, Türkiye'ye daha yumuşak bakarken Fransız diasporası çok sert. Amerikan diasporası ise olaya son derece kapitalist bakıyor.

Temelkuran'ın dili akıcı. Mesele can acıtıcı, özellikle Hrant Dink ile ilgili bölümleri.

Benim aklımda en çok kalan Ermenistan'ın en ünlü kadın şairinin bir lafı oldu. 'Ağrı Dağı siz Türkler için bir yükseklik meselesi oysa biz Ermeniler için derinlik meselesi.'

1 Aralık 2010 Çarşamba

Anne olarak mütevazi mutluluklarım

Anne olmak gerçekten muhteşem bir şey. Fakat pek çok yerde yazıldığı gibi annelik dünyası pembe-beyaz bir  dünya değil. Bu iş gerçekten zor hatta çok zor. Hayatınız tamamen değişecek, eskiden sizin için çok doğal olan şeyler artık lüks olacak.

İşte benim mütevazi mutluluk kaynaklarım:

  • 3 yıl aradan sonra ilk kez 6 saat uyumak.
  • Tuvaletin kapısı kapalıyken işini görebilmek.
  • Her gün en geç 6.00'da uyanırken mucize eseri 7.30'a  kadar uyumak.
  • İki çocuğun da 22.00'de uyuması ve gece dvd seyredebilmek.
  • Uçak yolculuğunu diğer yolculara rezil olmadan bitirebilmek.
  • Kahvemi soğumadan ve dökülmeden içebilmek.
  • Komplike bir organizasyon sonucu arkadaşlarla yemeğe gidebilmek.
  • Restoranda kimseyi rahatsız etmeden yemek yiyebilmek.
  • Kuzey'i okul servisine kahvaltısını etmiş şekilde bindirebilmek.
  • İki çocukla evden zamanında ve düzgün kıyafetle çıkabilmek.
  • İki çocuk da etraftayken evdeki diğer yetişkinle sohbet edebilmek.
Ya sizinkiler neler?

Kuzeynep'ten haberler 2


Son haftamız çok hareketli geçti. Önce Kuzey ateşlendi. Atrık tecrübeli bir anne olduğum için panik olmadan müdahale ettim. Şurup, ılık duş, ballı limon ve bol su ile atlattık sayılır. Tabii ki geceler uykusuz geçti.

Sonra Zeynep'i kedi tırmaladı. Zeynep hayvanları çok seven bir çocuk fakat 2 yaşında olmasından dolaya tam olarak nasıl sevmesi gerektiğini bilmiyor.

Büfenin gayet uysal kedisini severken kuyruğunu çekice kedi de can havliyle bizimkini tırmalamış. 38 telefon konuşması ve internet araştırnası sonunda kedi aşılı da olsa sokakta yaşadığı için kuduz aşısı yaptırmaya karar verdim.

Aklınızda bulunsun; kuduz aşısını sadece belli devlet hastaneleri yapıyor. Anadolu yakasında Haydarpaşa Numune ve Kartal Devlet Hastanesi'ne yaptırabilirsiniz.

Aklımda kuduz aşısı karından yapılır diye kalmıştı ama koldan yapılıyor. Toplam üç kez aşı olacak. Bu arada kediyi gözlem altında tutacağız. Kaybolur ya da ölürse iki aşı daha olacak.

Bu arada Zeynep Hanım yaramazlığa full devam ediyor. 'Eline ne oldu?' dediğinde elini uzatıp, 'Miyav, vavu, uf' diyor ama yanlış eli uzatıyor o ayrı.