24 Şubat 2011 Perşembe

Nefis Bir Kitap; Hakkari'de Bir Mevsim



Ferit Edgü'nün 'Hakkari'de Bir Mevsim'ini okuyorum. Yeniden. Bu kitabı ilk kez lise sonda okumuştum. O zaman dilinden çok etkilendiğimi hatta çarpıldığımı hatırlıyorum. Ne anlatmak istediğini tam olarak anlamasam da anlattığı şeyi çok güzel anlattığının farkına varabilmiştim. Hatta sonra Ferit Edgü'nün başka kitaplarını da okudum.
Sonra araya yıllar, olaylar, koşturmalar girdi. Hakkari'deki yalnız öğretmenin hikayesini okuyan Defne uzaklarda kaldı. Hızlanan zamanla beraber best-seller okur ve onları anlar oldu.

Yeniden 'O'

Geçen gün bir kitapçıda 'Hakkari'de Bir Mevsim'i görünce aklıma o eski Defne geldi ve kitabı aldım.
Kitap kısaca solcu olduğu için  Hakkari'ye sürgüne gönderilen ve bir yıl boyunca Hak kentinin Pir köyünde öğretmenlik yapan birinin hikayesi.
Dili arada 'ansımak' gibi hoşlanmadığım sözcükler olsa da çok güzel. Çok yalın, masalsı, farklı okumalara açık.
1977'de çıkan kitap dönemine göre çok cesur. Çünkü bölgede insanların ana dilinin Kürtçe olduğunu, sayılı insanın Türkçe bildiğini söylüyor. Ama asıl olarak yalnızlık, düş, bebeklerin nedensiz ölümü, hayat, Tanrıların uğramadığı yerler hakkında bu kitap.

Yıllarca Yasaklı Kalan Film

Şimdilerde 'İki Dil, Bir Bavul' filminin ya da 'Örtmenim, Kaç Zil Kaldı' romanın yaptığını 30 sene önce yapmıi Ferit Edgü. Hatta sonra Erden Kıral kitabın filmini çekmiş. Ve film yıllarca yasaklı kalmış.

Kitap  daha bitmedi.

21 Şubat 2011 Pazartesi

37 Yaşında Giyinmenin Zevkli Olabileceğini Anladım

Bu haftasonu büyük bir gardrop detoksu yaptım. İki yıldır bir kere bile giymediğim bütün kıyafetleri attım. 'Ay bunun hatırası var, bunu belki ileride giyerim, bu da dursun' demeden giymediğim her şeyi attım. Dolabım boşaldı ve ferahladı. Ve de yeni kıyafetlerime yer açıldı. Yeni kıyafetlerim öncekilerden hayli farklı çünkü resmen 37 yaşından sonra giyim zevkim değişti.

Bilenler bilir, hala lisedeki gibi giyiniyordum. Yani kot, t-shirt, boğazlı kazaktan oluşan fiks bir gardrobum vardı. Bu kombinlerin altına da spor ya da düz siyah camperlarımı giyiyordum. Hayatımdan da gayet memnundum.

İçime başka bir kadın girdi

Sonra bu yılın başında içime farklı bir kadın girdi galiba. Vitrinlerde ayakkabılara bakar ve topuklu ayakkabı alır oldum. Gömleklerimi saten ve ipekli gömleklerle değiştirdim. Hiç giymediğim elbiselerle ilgilenir oldum. Siyah mus çoraptan başka külotlu çorap çeşitleri olduğunu anladım. Aksesuarların kıyafeti nasıl değiştirdiğini gördüm. Giyinmenin sadece örtünmek olmayabileceğini, eğlenceli ve zevkli de olabileceğini anladım.

Şimdi kıyafetlerimi bir gece önceden seçiyorum. Ne, neyin üstüne giyilir diye kafa yoruyorum. Ama yanlış anlamayın hala alışverişlerimi toplam yarım saatte, indirimden yapıyorum. Sürdüğüm oje aynı gün lego takarken bozuluyor. Topuklu ayakkabılarla yürürken zorlanıyorum. Ama olsun bu bile bir başlangıç...

Bu yaşta anladım ki kadın olmanın zorunlukları zevkli de olabiliyormuş. Vitrinlerdeki kıyafetler sadece başkalarının değil,  benim de giymem içinmiş. Ve güzel giyinmek insanın moralini düzeltiyormuş.

Öyleyse kadın olmanın zevklerine içelim!!!!

20 Şubat 2011 Pazar

Film Gibi Hayatlar

Oya Baydar ve Melek Ulagay'ın birlikte yazdıkları- daha doğrusu birbirlerine hayatlarını anlattıkları - 'Bir Dönem, İki Kadın'ı bitirdim.
Norveçli dadının büyüttüğü kolej mezunu kızın Anadolu'nun Kürt köylerinden, Beyrut'taki Filistin kamplarına uzanan inanılmaz hikayesi. 60-70-80'lerin hareketli siyasal ortamı, enteresan aşklar, günümüzün önemli medya figürlerinin Söke'de bir mağarada buluşmaları...
Kitap bir dönemi anlamak için mutlaka okunmalı. Erkeklerin yazdığından farklı olarak kadınlar kendileriyle dalga geçebiliyor, aşklarını daha rahatlıkla anlatabiliyor. Özellikle de bu kitabın yazarları 'Neyi yanlış yaptık?' diye sorabiliyor.
Oya Baydar'ı yazar olarak tanıyordum. Ama Melek Ulagay ile ilk kez karşılaştım. Cesaretine, inancına ve sağduyusuna hayran kaldım.
Umarım bu kitabın benzerleri yayınlanır. Bu ülkeden kimlerin geçtiğini, hayatın farklı olabileceğini okumak isterim. Okudukça 80 sonrasında düştüğümüz kuraklığı, boşluğu daha iyi anlıyorum.
68 kuşağının ideallerini, inançlarını da kıskanıyorum doğrusu. Bir yandan da bu inanç uğruna harcanan hayatları, perişan olan aileleri, babasız büyüyen çocukları düşününce işin içinden çıkamıyorum.

17 Şubat 2011 Perşembe

Çerez Niyetine;Uydurukçu

Magazin haberi okumayı seviyorum. İnsan hikayelerine meraklı olduğum için kim, kiminle ne yapmış öğrenmek hoşuma gidiyor. Magazin yazarlarından da Onur Baştürk'ü köşe yazmaya başladığı zamandan bu yana okuyorum. İşlek bir kalemi var ve gece hayatının( benim artık çoooook dışında olduğum) gündemini iyi tutuyor.


Onur Baştürk'ün 'Uydurukçu' isimli bir hikaye kitabının çıktığını Ayşe Arman'ın yaptığı röportajda okudum. Rutin kitapçı ziyaretimde de aldım ve iki servis yolculğunda okuyup bitirdim kitabı. Ve de başarılı buldum. 2011 Türkiye'sine dair hikayeler, insan tipleri var kitapta. Gece hayatının farklı yüzleri, sekse farklı yaklaşımları okumak eğlenceli. Sürprizli sonları, okuyucu şaşırtmaya yönelik buluşları ile tam çerez niyetine okunacak bir kitap.

Keşke bu hikayelerin her biri bir dizinin bölümü olarak çekilse. Özellikle seks içeriği nedeniyle yasaklanması neredeyse kesin olur ama rating rekorları da kırar hani!

14 Şubat 2011 Pazartesi

Onlarınki Gençlikse Bizimki Neydi?

 


Oya Baydar ve Melek Ulagay'ın beraber yazdıkları 'Bir Dönem İki Kadın'ı okumaya başladım.Kitap,  68 kuşağının farklı sol fraksiyonlarına ait iki kadının hayatlarına dair birbirleriyle yaptıkları uzun bir söyleşi. Bu haftasonu gazetelerde yazarların röportajları vardı.

Tanıtım yazısından bir parçayı buraya alıyorum.

'Dünyanın ve Türkiye'nin, 1940'lardan günümüze uzanan macerasına tanıklık etmiş, tanıklıkla kalmayıp olayların içinde yaşamış iki kadın. Gençliği, umudu, devrimci mücadeleyi, sol örgütleri, hapishaneleri, işkenceleri, sevdiklerini yitirmenin acısını, mülteciliği, sürgünü, eve dönüşleri, İstanbul'dan Filistin kamplarına, Güneydoğu'dan Avrupa kentlerine savrulan yaşamlarını anlatıyorlar. 27 Mayıs'a, 68 olaylarına, solun yükselişine, 1 Mayıs'lara, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerine, katliamlara, Kürt hareketinin başlangıç günlerine, kontrgerillaya, Ortadoğu'da Amerika ve İsrail'in Filistin halkını yok etme planlarına, Doğu Bloku'ndaki yaşama, Berlin Duvarı'nın yıkılışına, sosyalist sistemin çöküşüne, yakın tarihin daha nice olayına tanıklık etmişler.'



Sadece siyaset değil, aşk da var bu kitapta. Hayata dair komik ve acı detaylar var. Bir kuşağın idealleri uğrına nasıl hayatını hiçe sayarak savaştığı var. Ve onların inançlarını, gençlik ateşlerini okuyunca dönüp kendime soruyorum. Onlarınki gençlikse benimki neydi? Ben neye inandım ve neyi değiştirmek istedim?

Kitabı bitirince tekrar yazacağım.

Anne, Kokain Ne Demek?



'The Hangover'ın methini çok duymama rağmen bir türlü seyretmeye vakit bulamamıştık. Cuma günü Shrek'in son filmini alırken 'The Hangover'ı da görüp, aldım. Amacım cumartesi akşamı çocukları yatırıp, seyretmekti. Ama tabii ki akşam saat on olmasına rağmen çocuklar cin gibi ayaktaydı. Ben de filmi onlarla beraber seyretmeye karar verdim.

Kuzey'i 'Kaplanlı, süper bir film seyredeceğiz' diyerek ikna ettim. Zeynep'se ortalığı dağıtmakla meşgul olduğu için pek ilgilenmedi.

Film çok geyik ve komik. Kuzey kaplan çıkana kadar 'Ne zaman kaplan çıkacak, ne zaman kaplan çıkacak?' diye beynimi yese de bayağı güldük. Tabii ki film aslında çocuklara pek uygun değil. Bunu da özellikle Kuzey bana dönüp 'Anne, kokain ne demek?' dediğinde anladım.

Kesin öğrendiği replikleri okulda arkadaşlarına söyleyecek.Sonra da beni öğretmeni görüşmeye çağıracak.

7 Şubat 2011 Pazartesi

Gary Moore Öldü



Gary Moore gençliğimizin şarkıcısıydı. 'Still got the blues for you'yu kaç bin kere dinlemişimdir hatırlamıyorum. Hatta çok konsere giden birisi olmamama rağmen Moore'un konserine bile gitmiştim. Her zamanki Defne Tozan komplikasyonlarından oluşan komik bir hikaye olduğu için buraya yazmak istedim.

'Sakın Rock sevdiğini söyleme, seni kro zannederler'

Yıl; 1992. Bursa taşrasından AFS değişim öğrencisi olarak New York'a gitmiş bir lise son sınıf öğrencisiyim. Gençlerin tanıştıklarında birbirine ilk sordukları sorulardan olan 'Ne tip müzik seversin? sorusuna 'Rock müzik, Bon Jovi filan' diye cevap veriyorum.
Aramın iyi olduğu Amerikalı kızlardan biri müzik üstüne sohbetimizin ardından beni uyarma gereği duydu. 'Öyle rock müzik, Bon Jovi filan sevdiğini kimseye söyleme. Burada böyle müzikleri New Jersey'liler dinler. Seni kro zannederler' dedi. Acaip şaşırdım tabii. Türkiye'de rock müzik dinlemek cool'du. Nasıl rock müzikseverler kro olabilirdi ki?

Moore konserinde kültür farkı deneyimi

Tam o sırada Gary Moore konserinin haberini gördüm. Meşhur Apollon tiyatrosundaydı hem de. En yakın arkadaşım Jeanne'yi ikna edip, hemen bilet aldım. Onun Moore'un kim olduğu hakkında bir fikri yoktu ama benim heyecanımı görünce etkilenmişti.

Konser akşamı tabii ki Jeanne beni ekti. Ama bu bile beni gitmekten alıkoymadı. Böylece New York'a iki ay önce gelmiş 18 yaşında bir Türk kızı olarak mutlu mesut gittim Apollon Tiyatrosu'na. Girişte şişman, çıplak tenleri üzerine deri yelek giymiş tipler vardı ağırlıklı olarak. Cool ve yakışıklı olanlar içeridedir diye girdim salona. O ne? İçeride yaklaşık iki bin tane uzun saçlı, bandanalı, dövmeli erkek var. Hani şu Amerikan filmlerindeki tır şoförlerinden.

Konserin sonuna kadar bekleyemedim ama tabii ki 'Still got the blues'ı canlı dinledim. Sonra tır şoförlerinin arasından usul usul ilerleyerek dışarı çıktım. Değişim öğrencisi olarak bir cultural difference'ı daha experience etmiş oldum böylece...

2 Şubat 2011 Çarşamba

İki Günlük Hastane Maceramızdan Öğrendiklerim

Bu hafta ailecek resmen dağıldık. Önce Kuzey, sonra Zeynep ve Şükrü son derece ağır grip oldular. Ateşleri kırkı buldu, antibiyotiğe rağmen bir türlü kontrol altına alınamadı. Kuzey yemek yememekte ısrar edip, iyice halsiz düşünce hastaneye yatmak zorunda kaldık.
Haftasonunu hastanede geçirdik. Bu küçük macera benim zaten bildiğim bazı şeyleri tekrar hatırlamamı sağladı.

1)Sağlıklı olmak hayattaki en önemli şey.

2)Çocuklarımın sağlıklı olması kendi sağlığından bile daha önemli.

3)Türkiye'de paran yoksa sağlık hizmeti alman mümkün değil.

4)Paran varsa bile doğru doktoru bulana kadar sürünebilirsin.

5)Makyaj malzemelerini-özellikle göz altı kapatıcını- her zaman yanında taşı. Yoksa herkes senden korkup kaçabilir. Sen de aynadaki halinden korkabilirsin.

6)Her zaman çocuklarına düzgün ve temiz iççamaşırı giydir. Ben Kuzey'e kuzeninden kalan dantelli kız atletlerini giydirmişim, karizmamız çizildi biraz.

Herkese sağlıklı günler!