29 Kasım 2011 Salı

Yemek İpuçları

Yemek yapmayı ve değişik tarifler denemeyi seviyorum. Fakat çocukların yediği şeyler 5 kalemden ( yoğurt çorbası, makarna, köfte, pilav, yaprak sarma) oluştuğu için çok da fazla yeni yemek deneyemiyorum.

Son zamanlarda denediğim yemeklerden öğrendiklerimi burada paylaşayım.

1) Zeytinyağlı pırasa ve kerevizi portakal suyuyla pişirin

'Portakallı Kereviz' adının 'Zeytinyağlı Kereviz'den daha havalı durduğu kesin. Tadı da kesinlikle çok daha iyi oluyor. Yapımı çok basit. Pırasa ya da kerevizi çiğden koyup az kavuruyorsunuz. Su yerine bir portakalın suyunu koyuyorsunuz. Ekstra suya ihtiyaç yok. Pırasaya pirinç yerine bulgur koymak da lezzeti artırıyor.

2) Tane hardal her yemeğe lezzet katıyor

Son keşfim tane hardal. Biliyorsunuzdur sofralık hardal, hardal tohumlarının sirke, acı biber ve zeytinyağıyla karıştırılmış bir tür sos hali. Tane hardalı büyük marketlerde ve aktarlarda bulabilirsiniz. Ben hem salatalara hem de yukarıdaki portakallı pırasa tarifine koyuyorum. Yemeğe ya da salataya koymadan havanda çok hafif dövmekte fayda var.

3) Kabak tatlısı için kabağı şekerde bekletin

İyi ve hafif bir kabak tatlısı için dilimlenmiş kabakları, tatlıyı pişireceğiniz tencerede üstüne şeker koyarak bir gece bekletin. Sabaha kadar suyunu salmş olacak. Ekstra su koymadan kısık ateşte pişirin. Ben bekletme sırasında kabuk tarçın ve tane karanfil de koydum. Nefis oldu.

Sokrates'in Hocası Anadolulu Kadın Düşünür




Tarihi roman okumaya devam ediyorum. Bu aralar Bizans'a ağırlık versem de arada biraz daha geriye gidip Antik Yunan'a gittim. Haftasonu Semih Tulay'ın 'Miletoslu Aspasia' sını okudum.

Aspasia M.Ö 470 civarında yaşamış ve Atinalı ünlü devlet adamı Pericles'in sevgilisi olmuş tarihi bir karakter. Aslen Miletos( Aydın yakınları) doğumlu olduğu  ve Atina'ya gidip Perikles'in sevgilisi olması dışında hakkında çok fazla net bilgi yok. Sokrates ile dost olduğu hatta ona hocalık ettiği de biliniyor.
Hem politikaya hem de dine karşı özgür fikirleriyle tanınan hatta bu fikirleri nedeniyle başı belaya giren bir kadın.



İyi eğtim gördüğüni de rahatlıkla söyleyebiliriz. Kadınların hiç bir varlık gösteremediği Antik Yunan'da öne çıkan ilk kadın olmuş, felsefe ve politikada önemli yer edinmiş biri olarak da kadınlar açısından çok önemli bir figür. Ayrıca günümüze kalan heykellerine bakacak olursak çok güzel bir kadın. Tam klasik güzel denecek kadınlardan.

Arkeolog Semih Tulay bilinenlerden yola çıkarak ve Aspasia'yı ete, kemiğe büründürmeye çalışmış. Kitap tarihi roman olarak çok başarılı değil çünkü anlatım çok iyi değil, gerilim ya da duygu yok.Karakterler yüzeysel, diyaloglar katır kutur.

Fakat  dönem tarihini ve insanların yaşam koşullarını öğrenmek için faydalı bir kitap. 3000 yıl önce bu topraklarda nasıl yaşanırmış öğrenmek için okunabilecek bir kitap. Bence çok fazla bir şey değişmemiş.
Ege kıyıları hala çok güzel, düşünmek hala başa bela...

22 Kasım 2011 Salı

Hedefe Adım Adım

Yılsonu hedeflerimi belirlerken onlara ulaşacağımdam çok emin değildim. Biliyorum, hedef belirlerken kararlı olmak ve plan yapmak gerekli ama ben ne yazık ki kendime bu konuda pek güvenmiyordum.

Fakat bilin bakalım ne oldu? Hedeflerimde hiç de fena bir durumda değilim.

İlk olarak vişne likörünü yaptım. Beğenilmesinin gazıyla şimdi de portakal likörü yapmayı amaçlıyorum.

Ulaşılması en zor hedefim gibi duran Pilates'e başladım. Haftada iki gün aletli pilatese gidiyorum ve çok mutluyum.

Nohut mayalı ekmek konusunda kayınvalidem ve anneannem 'Çok zor' yorumlarını verse de yapmaya karar verdim. Hatta ilk adımı dün gece attım. Macerasını ayrıca yazacağım.


Şimdi geriye bir Moby Dick'i okumak kaldı. Onu da satın alalı epey oldu aslında. Fakat çok kalın bir kitap olduğu için çantada taşıması zor, ağırlık yapıyor. E-kitap olarak İngilizce versiyonunu indirdim ama dili zor geldi.

Bakalım, bir yolunu bulacağız artık !

14 Kasım 2011 Pazartesi

Steve Jobs'un Olağanüstü Hayatı





Tarihi şekillendiren kişilerin  hayatını okumak zevklidir. Özellikle de iyi yazılmışsa.  Hem bir dönemi anlarsınız hem de dünyayı değiştiren o kişinin beyninin içinde gezdiğinizi hissedersiniz. Walter Isaacson'un yazdığı Steve Jobs'un biyografisi tam da bu tanıma uyan bir kitap.

Steve Jobs şu an yaşadığımız dünyayı şekillendiren kişilerden biri. Yarattığı ürünler sadece teknoloji değil, sanat dünyasını da değiştirdi. Zaten onun en sevdiği ürünler mühendislik ve sanatı birleştiren ürünler. Bir sanat eseri gibi görünen bilgisayarlar, tasarım müzelerinde sergilenen müzikçalarlar yaratmayı sevdi. Bir mühendisten çok bir sanatçının duyarlılığına sahipti.

Kompleks bir karakter



Yaratıcı, mükemmeliyetçi, vizyoner ve dahi... Bunlar onun olumlu yanları. Bir de karanlık yüzü var. Kinci, takıntılı, kaba, dikkafalı ve başkasının sorunlarına ilgisiz. Ayrıca sevgilisinden olan çocuğunun kendisinden olduğunu  yıllarca kabul etmeyen ve çocuğun ABD'nin %28'inden olduğunu iddia edebilecek kadar adi biri.

Kafasının dikine gitmesi ve gerçekliği kendine göre çarpıtması müthiş ürünler yaratmasını sağlamış. Ama aynı zamanda kansere ve tedavi yöntemine inanmadığı için ameliyat olmaya 8 ay sonra ikna olmuş.

Yaşadığımız dünyayı şekillendirdi

Kitapta evlat edinilmesinden, hippi dönemine, Hindistan ziyaretinden üniversiteyi  bırakmasına  kadar onu şekillendiren en önemli dönemler detaylı olarak anlatılmış. Zen inancı Jobs'un  düşüncelerinde odaklanmasında ve ürünlerinde sadeliği öne çıkartmasında çok önemli. Bir dönem yoğun kullandığı LSD ise yaratıcılığını körüklüyor.

Ürünlerin yaratılış hikayesini okumak tarihe şahit olmak gibi. İki gencin bir garajda yarattığı bilgisayar tüm dünyayı etkisi altına alıyor. Bill Gates ve Jobs arasındaki ilişki şu anda kullandığımız bütün programları etkiliyor.

Kitapta beni şaşırtanlar:


  • Steve Jobs ile Joan Baez'in sevgili olması
  • Steve Jobs'un kabalıkları
  • Steve Wozniak'ın çok iyi kalpli olması
  • Jobs'un ne çok ağladığı
  • Jobs'un her ürünle ve iş modeliyle ne kadar detaylı ilgilendiği ve her şeye hakim olması
  • Apple'den kovuluşundan ders çıkartması ve küllerinden doğmayı başarması
Kitap içinden en az üç kitap çıkacak kadar çok malzemeye sahip. Bir roman karakteri kompleksliğine sahip Jobs hakkında eminim daha çok kitap yazılacak. Onun farklı sektörlere etkisi ve dehası daha çok tartışılacak.

Bende kalan son duygu : Apple'ın Jobs'suz işi çok zor. Onun yaratıcı dehasının yerini doldurmak imkansız.


9 Kasım 2011 Çarşamba

Kurban bayramı bitti ve yine işimizin başına, rutinimize döndük. Bayramı en geleneksel şekliyle, Bursa'ya gidip, akraba ziyaretleri yaparak geçirdik.

Çocukların bayramları geleneksel şekilde yaşamalarının önemli olduğunu düşünüyorum. Çekirdek aile dışında geniş ailelerini de tanımaları, kalabalıklar tarafından sevilmeleri, geldikleri yeri öğrenmeler önemli.

Ayrıca bizim gibi dört kuşak birarada olabilmek yaşamın bir mucizesi. Bunun güzelliğini ise yazık ki ancak kaybedince anlayabiliyoruz.

Bu bayram 7 kapı gezerek yaptık bayram ziyaretlerimizi. Zamanında 19 kapı gezip, rekor kırmışlığımız olduğundan eskiye göre kapılarımız oldukça azalmış durumda.

Bayram sofralarımız kalabalıktı, neşeliydi.Gidenleri andık, gelecekler için meraklandık.

Kuzey ve Zeynep geleneksel hayvanat bahçesi ziyaretlerini yaptılar. Bol bol şeker, baklava yediler. Harçlık toplayıp, pilli arabalarda harcadılar.

Kuzey okumayı sökmeye başladı. Hoşuna da gidiyor. Zeynep rahat verdiği zamanlarda kendi başına ödevini yapıyor.

Dün Kuzey'in üç yaşındaki resimlerini buldum. Şu an Zeynep'in olduğu yaştaymış. Zaman nasıl su gibi akıp geçiyor ve biz de onunla sürükleniyoruz.

Anın farkında olmak ve özellikle asla bir daha yakalanamayacak çocukların büyüme anlarını kaçırmamak. Önemli olan gerçekten sadece bu. Ama 'Ah büyüse, şu işi yetiştirmem lazım, şimdi seninle ilgilenemem' diye kaçırıyorum anları. Onlarla özel şeyler yapmak, yeni alanlar keşfetmek lazım. Bir de seyahat etmek. Birlikte seyahat etmenin çocuklar için çok özel bir deneyim olduğuna inanıyorum.

Türkiye'deki yakın yerlerden başlayarak onlarla beraber yolculuk etmek istiyorum. İlk hedefler: Edirne, Eskişehir ve Kapadokya...

3 Kasım 2011 Perşembe

Düğün Çorbası Tarifim

Düğün çorbası benim sevdiğim çorbaların başında gelir. Ama yapmasının zahmetli olması nedeniyle şimdiye kadar hiç yapmamıştım. Ama geçen pazar canım çekince, iş başa düştü. Yaptım ve nefis oldu. Kış aylarına ve özellikle bayrama layık bir çorba.

Malzemeler:

1 kuzu gerdan
Tereyağı
3 kaşık un
1 yumurta sarısı
1 bardak yoğurt

1)İşe kuzu gerdanı haşlamakla başlıyoruz. Ben düdüklü tencerede, bir çorba kaşığı tuzla, 45 dakika haşladım. Haşlama suyuna limon sıkabilir ya da kereviz sapı-maydanoz gibi tat vericiler ekleyebilirsiniz.
2) Ardından et suyunu süzün.
3) Gerdanı biraz soğuduktan sonra didikleyin ve etleri ayrı bir kaba alın. Dikkat edin içinde kıkırdak ya da kemik parçası kalmasın.
4) Tereyağında unu kavurun. Topaklanmamasına dikkat edin. Ardından halen sıcak olan etsuyunu üstüne ekleyin. Ben kavurduğum unun üstüne bir bardak kadar etsuyu ekledim. Un topaklandı. El blenderi ıle bizzt yaptım ve hiç topak kalmadı.
5) Kalan etsuyunu ve et parçalarını ekleyin.
6)Bir kasede yumurta sarısı ve yoğurdu çırpıp, terbiyeyi hazırlayın. İçine bir kepçe sıcak çorba ekleyip ılıştırın.
7) Terbiyeyi ip gibi akıtarak çorbaya ekleyin. Burada amaç terbiyenin kesilmesini önlemek. O nedenle sıvıların sıcaklıkları birbirine yakın olmalı.
8) Bir taşım kaynatın. Altını kapatıp, 10 dakika dinlendirdikten sonra servis edin.
9) Dilerseniz üstüne yağda kızdırılmış kırmızı biber dökebilirsiniz.

Not: Gerdan bulamazsanız bu çorbayı  250 gr. kuşbaşı kuzu etiyle de yapabilirsiniz. Ama bence gerdanla yapmayı deneyin. Gerdan eti ve kemik suyunun tadı başka çünkü.

Neslişah; Osmanlı'nın Bilmediğimiz Sonu




Murat Bardakçı'nın yazdığı 'Neslişah'ı okudum. Çok akıcı bir dille yazılmış, bilmediğimiz yakın tarihimizi ve özellikle Ortadoğu tarihini de anlatan önemli bir kitap. Türkçe  tarihi romanların çoğunun  kötü dilinden ve doğru düzgün editöryel süreçten geçirilmemesinden şikayet ettiğim için bu kitap çölde bir vaha gibi geldi.

Osmanlı Hanedanı'nın acıklı sonu

Neslişah hem son padişah Vahdettin'in, hem de son halife Abdülmecid'in torunu. İsmi hanedan defterine kaydedilen ve adına sembolik de olsa altın bastırılan son Osmanlı. Bir Osmanlı prensesi olarak doğduğu topraklardan 3,5 yaşındayken sürülen, hayatı boyunca en şaşaalı ortamlarda da bulunan, büyük zorluklar da çekmiş bir prenses.


Ve çok güzel bir kadın. Annesi Sabiha Sultan çok güzel, babası Şehzade Ömer Faruk da yakışıklıymış. Neslişah'ın kardeşleri Necla ve Hanzade de çok güzeller. Aile fotoğraflarıyla süslenen kitap o nedenle sadece okumak için değil, bakmak için de nefis. Ailenin sadece güzelliği değil, vakur duruşu da fotoğraflarda belli oluyor.

Kitap; tarih kitaplarında 'Vahdettin İngilizler'in yardımıyla kaçtı' cümlesinden sonrasını anlatıyor aslında. Osmanoğlu Hanedanı'nın 155 mensubu 1000'er İngiliz Lirası ve 'Vatansız' pasaportlarıyla ülkeden sürülüyor. İsviçre, Fransa ve İtalya'ya dağılıyorlar. Gerçek dünyaya dair hiç bir şey bilmeyen kadınlar ve erkekler çok acı olaylar yaşıyor. Dolandırılıyor, sokaklara düşüyorlar. Paraları bitince büyük borç yükü altına giriyorlar. Öyle ki Vahdettin vefat ettiğinde alacaklılar tabutuna ve naaşına haciz koyuyorlar. Neslişah'ın  giyecek eteği olmadığı için okula gidemediği zamanlar oluyor.

Kitap bir Osmanlı prensesinin maceralı hayatını anlatıyor. Hem Neslişah'ın hem de ailenin geri kalanının ayakta kalma mücadelesini dönemin tarihi ile paralel okuyoruz. Prensesler dünyadaki Müslüman krallıklara gelin gidiyor. Hindistan'dan Mısır'a Müslüman coğrafyanın her tarafına dağılıyorlar.

Tarih Ortadoğu'da tekerrür ediyor

Bizim şu aralar 'Arap Baharı' nedeniyle ilgilendiğimiz ve aslında çok da hakim olmadığımız Ortadoğu hakkında da önemli bilgiler var kitapta. Bu coğrafya her zaman kanlı darbelerin, vahşetin ve gücün ani değişiminin mekanı olmuş. Neslişah'ın evlenerek gelin gittiği ve bir dönem first-lady'si olup, bir kaç defa da yargılandığı Mısır nefis bir örnek. Şimdi bir çalkantı yaşayan Mısır aslında bunun benzerlerini 60'lı yıllarda yaşamış. Güç hızla el değiştirmiş.

Ya da Libya'da Kaddafi'nin linç edilmesinin aynısı Irak'ta yaşanmış. Neslişah'ın yeğeni Fazile'nin nişanlısı Kral Faruk ve akrabaları darbeciler tarafından paramparça edilmiş. 'Irak'ın hiç bir hükümdarı yatağında ölmez' deniyor kitapta.

Kitap, bu geniş coğrafya ve tarihe giriş açısından çok başarılı. Bardakçı'nın dili çok temiz. Tabii, aslında bu kitaptan en az 10 kitap çıkar. Her karakter, her dönem kendi başına kitap olabilecek kadar ilginç.

Koç'tan İngiliz Hasta'ya herkes burada

Karakterler demişken, çok ilginç tarihi karakterler de çıkıyor karşımıza. Mesela Vehbi Koç hanedanın sürgün kararını yazan Meclis katibi imiş. Dönemim Ankara'sında okuma yazma bilen çok az olduğu için bakkallık yapan Koç'u yazman olarak çağırmışlar.

Ayrıca benim çok beğenerek izlediğim 'İngiliz Hasta' filminin ana kahramanı Macar Kont Almasy'nin de gerçek bir karakter olduğunu öğrendim. Hatta Neslişah'ın yakın dostuymış. Mısır'da Alman casusu olarak çalışıyormuş.


Neslişah Sultan hala yaşıyor. 6 dili mükemmel konuşup, yazan , dünya çapında bir entellektüel olduğunu söylüyor Bardakçı. Bu kitapta onun hayatını öğreniyoruz. Ama kitap 1960'larda Türkiye'ye yerleşmesiyle bitiyor. Buradaki yaşamını mümkün olduğunca sessiz yaşıyor. Bunu da çok rahat anlıyoruz tabii.

'Güzel ne varsa dedelerim yapmış'

Ama ben yine de hayatının yanısıra iç dünyasını da öğrenmek isterdim Sultan'ın. Osmanlı ve Türkiye hakkındaki düşüncelerini, eleştirilerini de okumak isterdim. O da artık bir sonraki kitaba.

Kitapta ayrıca hanedan üyelerinin birbirlerine yazdıkları mektuplar da var. İnanılmaz güzel  ve zengin bir dille yazılmış mektuplar da çok kıymetli.

Neslişah'ın kitabın sonundaki sözü ise çok vurucu : 'Bu memlekette güzel olan ne varsa dedelerim yapmış'