29 Nisan 2014 Salı

Dönme Bizans İmparatoru Julian'ın Acıklı Hikayesi



Roma ve Bizans hakkında okumaya başladığım zaman ne kadar geniş bir alana girdiğimin farkında değildim. İki bin yılı aşan bir imparatorluk tarihi, bilinen dünyanın neredeyse tümüne hükmeden bir devlet yapısı, etkilerini günümüzde hala  hissettiğimiz kurumlar, kavramlar, gelenekler.

Roma medeniyeti beni büyülemeye devam ediyor. Gerçekten ucu bucağı yok. Bizans ise bambaşka bir dünya.Batı'nın 'Doğulu' bulup, beğenmediği bizim ise 'Entrikacı ve Gavur' bulup ilgilenmediğimiz Bizans hem bizim hem de Batı medeniyeti için çok önemli. Ruslar  başta olmak üzere Slavlar ve tabii ki Yunanlılar Bizans'a sahip  çıkarken bu topraklarda yaşayanların konuyla ilgilenmemesi üzücü.

Dönme İmparator




Bizans'la ilgili bulabildiğim ve anlayabildiğim kitapları okumaya devam. Bu alanda son kitap Amerikalı yazar Gore Vidal'in 1964'te yazdığı 'Julian' oldu. Bildiğim kadarıyla kitap Türkçe'ye çevrilmedi.

Julian, M.S 361 ve 363 yılları arasında hüküm sürmüş bir Roma İmparatoru. İstanbul'u Constantinople adıyla kuran Büyük Konstantin'in yeğeni. En çok bilinen özelliği ise pagan inancı ve felsefe sevgisi. Hristiyan inancına göre büyütülse ve din adamı olmak için yetiştirilse de Julian aslında hep çok tanrılı inançlarını sürdürdü. İmparator olunca da pagan dinlerinin geri gelmesi için Hristiyanlara karşı önlemler aldı. Bu nedenle 'Dönme' lakabıyla anıldı ve Hristiyan ahali tarafından hiç sevilmedi.

'Julian' İmparator'un kendi yazdığı anılarına, onu çok seven iki hocası Libanius ve Priscus tarafından eklenen yorumlarla oluşmuş bir roman. Julian'ın bütün ailesi, iktidarına tehdit oluşturduğu için  Hristiyan imparator tarafından öldürülüyor. Kardeşi Gallus ile beraber neredeyse esir tutularak büyütülüyorlar. Felsefeye büyük merakı olan Julian din adamı olmak üzere eğitiliyor. Fakat Helen inançları, çok tanrılı dinler ve özellikle Mitraism'e inancını gizli olarak sürdürüyor. Öldürülmemek için inançlarını gizliyor ve devlette asla bir hak talep etmiyor.

Filozof İmparator 



Fakat kader ağlarını örüyor ve Atina'da felsefe öğrencisi olmaktan son derece mutlu olan Julian kendini 'Caesar' olarak Galya'nın başkenti Paris'te buluyor. Askeri eğitim almamasına karşı Frank ve Alman kabilelerine karşı son derece başarılı oluyor. Askerler arasında da sevilen Julian henüz 30 yaşına gelmemişken Roma İmparatoru oluyor.

Entelektüel bir Roma İmparatoru olan Julian'ın en büyük önceliği Hristiyanlığın yayılmasını durdurmak  ve eski dinlere inancı artırmak oluyor. Pagan tapınaklarının kiliseye dönüştürülmesini engelliyor, çok tanrılı dinlerin ayinlerini yeniden canlandırmaya çalışıyor.

Fakat 3 senelik iktidarı Hristiyanlığı durdurmaya yetmiyor. Perslere karşı sefere çıktığı Antakya yakınlarında savaş sırasında öldürülüyor. Romana göre onu öldüren düşman askeri değil, Roma ordusu içindeki bir Hristiyan askeri.

Hemşehrimiz Julian

Julian, 60'larda dünyada best-seller olmuş bir tarihi roman. Konuya meraklı olduğum için ilgiyle okudum ama herkese çok sürükleyici gelmeyebilir. Hristiyanlık tarihi, Monofizit tartışması, Mitraism gibi dinler tarihi ile ilgili enteresan bilgiler var. Vidal, Julian'ın ağzından Hristiyanlık inancına önemli eleştiriler getiriyor.

Julian bizim hemşehrimiz. İstanbul'da doğmuş, Kayseri, İznik ve Bergama'da eğitim almış biri. Atina ve Paris'e gitmiş ama sonra yine başkente İstanbul'a dönmüş. Antakya'yı çok sevmese de yaşamış. Şu an yaşadığımız topraklarda bizden önce nelere inanıldı, kimler, nasıl yaşadı diye merak ediyorsanız Julian'ı seversiniz. Görünen o ki, çok şey değişmemiş. Din için adam öldürme, devlet elinden kazanç, aç gözlülük, hırs binlerce yıldır süregeliyor.

Romana dönecek olursak, Claudius serisi hala favorim. Gore Vidal, Robert Graves'ten kötü bir yazar olduğu için değil. Claudius ailesi Julian'ın ailesinden daha renkli olduğu için.








17 Mart 2014 Pazartesi

Dreyfus Vakası: An Officer and a Spy








Robert Harris her romanını okumaya çalıştığım yazarlardan. İlk okuduğum kitabı 'Fatherland' idi. İkinci Dünya Savaşı'nı Hitler kazansaydı nasıl bir dünyada yaşayacağımızı yazmıştı. Beğendiğimi hatırlıyorum ama romanı çok net hatırlayamıyorum. Zaten bu blogu yazma nedenlerimden biri de bu; okuduğum kitapları daha iyi hatırlayabilmek. Herkes okuduğu romanları benim kadar unutuyor mu bilmiyorum ama pek çok kitap bende sadece 'his' olarak kalıyor.


Neyse Harris'ten devam edelim. Beğenerek seyrettiğim 'Enigma' filminin Harris'in bir romanından uyarlandığını da çok sonra farkettim. Aradan yıllar geçti ve ben tekrar Harris'i keşfettim. Roma tarihine merak salmıştım ve Harris'in Cicero dizisi ve Pompei romanı mükemmeldi.

Harris alıştığımız pek çok tarih romanı yazarı gibi sadece belli bir tarihsel döneme takılı kalmıyor. Yani sadece Osmanlı romanı ya da İngiliz Kraliyet ailesinin romanlarını yazarak ünlü olan yazarlar gibi değil. İkinci Dünya Savaşı'ndan Roma'ya uzanabiliyor. Hatta Ghost Writer'da günümüzde geçen çok başarılı bir politik gerilim yazdı.Konusunu çok iyi araştırıyor. Ardından da çok canlı karakterler yaratarak tarihi kişilikleri ete kemiğe büründürüyor.




Cicero serisinin üçüncü cildini beklerken Harris 'An Officer and A Spy' ı yayınladı. Roman ünlü Dreyfus vakasını konu alıyor. Zola'nın 'İtham Ediyorum' başlıklı yazısı nedeniyle de çok meşhur olan bu olay başta Fransa olmak üzere tüm kıta Avrupa'sını etkilemiş bir skandal.


Albert Dreyfus Fransız ordusunda görevli Yahudi bir subay. Orduda bir casus bulunduğu tespit edilince oklar Dreyfus'u gösterir ve yapılan yargılama sonucu Dreyfus suçlu bulunur ve hem aşağılanır hem de Şeytan Adası'na sürgüne gönderilir.

Roman Dreyfus'un sürgünüyle başlıyor. Ordu istihbarat biriminin başına geçen Picquart rutin istihbarat çalışmalarına devam ederken orduda hala bir casus olduğunu fark eder. Araştırmalarını derinleştirince Dreyfus davasındaki hataları farkeder ve üstlerini uyarır. Fakat aldığı tepki beklediği gibi değildir. Ordudaki yöneticiler istihbarat ve adli hataların üstünü kapatmayı tercih ederler.

Fakat Picquart kolay pes edecek biri değildir. Doğru ve adil olanı yapmak için ordudan atılmayı, hapsedilmeyi göze alır ve Dreyfus davasının peşini bırakmaz.

Kitaptaki karakterlerin hepsi gerçek, olaylar yaşanmış. Ben daha önce okumasam da bu konu ile ilgili pek çok kitap yazılmış. Harris'in farkı karmaşık ordu ve istihbarat yapısını çok rahat ve sürükleyici anlatması.

Picquart insana ümit veren bir karakter. Kişisel olarak Dreyfus'tan hoşlanmasa hatta Yahudilere karşı önyargılı olsa bile adalet hissi o kadar güçlü ki, mücadeleyi hiç bırakmıyor.

An Officer and A Spy başarılı bir tarih ve istihbarat romanı. Adalet, hukuk, önyargılar ve istihbarat örgütlerinin çürümüşlüğü hakkında önemli noktaları anlatıyor.

Picquart gibilerin günümüz Türkiye'sinde de yaşaması dileğiyle.

27 Ocak 2014 Pazartesi

Ayfer Tunç'un Son Kitabı; Dünya Ağrısı





Ayfer Tunç çok beğendiğim bir yazar. Yazdığı kitapların çoğunu okudum, bazısında kahkahalarla güldüm, bazen de gözyaşı döktüm.

2014'ün ilk güzel haberi Tunç'un yeni romanı 'Dünya Ağrısı'nın çıkması oldu. Can Yayınları kült logosunu değiştirdi ve yeni kapak tasarımını da ilk olarak bu kitapta denedi. Can Yayınları'nın minik kalp logosunu çok sevmeme rağmen yeni logoyu da beğendim. Kapak tasarımını da çok hoş buldum.

Ayfer Tunç 'Dünya Ağrısı'nda istediği hayatı yaşayamayan, gitmek istediği halde kalmış, yolcu olmak isterken hancı olmuş Mürşit'in hikayesini anlatmış. Taşra sıkıntısını, Türkiye'nin yıllar içindeki dönüşümünü, yoksul olmayı, mutlu olamamayı, adını bilmediğimiz küçük bir kasabadaki Mürşit'in ağzından anlatmış.

Sembolik bir roman Dünya Ağrısı. Mürşit dahil tüm kahramanlar, 'Madenci', 'Pehlivan', 'Kibar' 'Şükran' toplumdaki kişileri bazen de toplumu sembolize ediyor.

Mutlu olamamak, ait olamamak, dünyanın yükünü ağrı olarak hissetmeyi güzel anlatmış Ayfer Tunç. Her biri şiir tadında mutsuzluk cümleleri kurmuş. Dilin ustası olduğunu, yaşamın içindeki en acı duyguları  kelimelere dökebildiğini göstermiş.

O zaman ben neden beğenmedim 'Dünya Ağrısı'nı? Zaten kendimi çok iyi hissetmediğim için mi? Zaten Türkiye'nin ve dünyanın gidişatından umutsuz olduğum için mi? Kitabın sonu bağlanamadığı için mi? Yoksa Ermeni meselesinden, ayrımcılığa, çocuk tacizinden, Alevi sorununa Türkiye'nin her sorununa değinmeye çalıştığı için mi? Sorunlara değinmesin diyor değilim ama her şeyden bahsedince hiç bir şeyden bahsetmemiş oluyorsun aslen.

Beğenmeme nedenimin ne olduğunu tam bilmiyorum. Belki de hepsi birden. Belki iki sene sonra tekrar okusam çok beğeneceğim ama şimdilik bana çok iyi gelmedi 'Dünya Ağrısı'



15 Ocak 2014 Çarşamba

Medyaya Abluka



Türkiye'de medya hiç bir zaman özgür olmadı. Kimi zaman askerin, kimi zaman iktidarın, kimi zaman da sermaye gruplarının borazanlığını yaptı. Gücü ele geçiren medyayı da ele geçirmek ve kendi için kullanmak istedi. Medya patronları da gazete ve dergilerini 'haber yapmak' için değil, güç sahiplerine yakın olmak için kullandı.

Cumhuriyet tarihi boyunca süren bu durum son 5 senede ise iyice zıvanadan çıktı. AKP iktidarı güçlendikçe aleyhlerindeki seslere tahammülü azaldı ve basını tahakkümleri altına alma çabası arttı.Yandaş medya ortaya çıktı ve aynı manşetlerle çıkan gazeteler normal karşılanmaya başladı.


Mustafa Hoş  yeni çıkan 'Abluka' adlı anı kitabında 2007-2013 yılları arasında medyanın yaşadığı dönüşümü anlatmış. 24, NTV ve Artı 1 Kanalı'nda geçen heyecanlı, gergin ve Türkiye tarihi için çok önemli zamanları kendi perspektifinden anlatmış. Çok sürükleyici, adeta macera romanı tadında yazmış. Fakat maceranın sonu şu an görebildiğimiz kadarıyla pek parlak değil.

Hoş, yakın geçmişte çok konuşulan pek çok haberin perde arkasına yer vermiş.  Türkiye'nin çok konuştuğu ve NTV'den ayrılmasına neden olan  'Başsavcıya Abluka' spotunun hikayesi ve  Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinin NTV'den yapılan telefon aramalarıyla düşürüldüğü iddiası bunlardan sadece birkaçı.

3 Temmuz'da başlayan Şike davası ve Fenerbahçe'yi itibarsızlaştırma süreci ile Gezi olaylarını ve medyanın bu dönemdeki duruşunu da detaylı anlatmış.

Kitap alt başlığı olan 'Medya Nasıl Teslim Alındı?'nın  hakkını veriyor. Medyanın en ünlü aktörlerinin yaşadığı değişimi görmek enteresan. Hep birlikte yaşadığımız bu önemli dönemin perde arkasını öğrenmek için ilginç bir kaynak.

Hızlı gündemde bu gibi tanıklıklar çok önemli. Keşke olayın diğer aktörleri de anılarını yazsa.Sübjektif de olsa anılar, bir dönemi anlamak için gerekli.

Kitaba dair en büyük eleştirim çok fazla imla hatasının olması. Adeta hiç son okuması yapılmamış gibi.


Deniz Müzesi Yenilendi



İstanbul'da kötü havalarda çocukları oyalamak zor oluyor. AVM'lere gitmek istemiyorsanız çok fazla seçeneğiniz yok. Rahmi Koç Müzesi ve Oyuncak Müzesi'ne de kaç kere gidebilirsiniz ki?

O nedenle gidilebilecek her tür müze çok önemli. Tabii ki çocukların seveceği tarzda olması lazım. En son İstanbul Modern gezimizde Kuzey 'Çok sıkıldım' diyerek kendini yerden yere atmıştı ve hayalimdeki çocuklarıyla sanat müzesi gezen mutlu, kültürlü aile olma fikri yıkılıp, gerçeklerle karşılaşmıştım.



Benim gibi arayış içindeki ebeveynler için bir alternatif paylaşmak istiyorum. Beşiktaş'taki Deniz Müzesi yenilendi. İçinde padişah kayıklarından, Atatürk'ün kürek çektiği sandallara Türk denizcilik tarihi için pek çok önemli parça var. İstanbul'un fethi sırasında Osmanlı donanmasının Haliç'e girmesini engellemek için çekilen dev zincirden parçalar benim çok ilgimi çekti. Çocukların koşabileceği bir şekilde dizayn edildiği için rahat rahat gezebiliyorsunuz.

Asıl önemlisi müzede bir çocuk oyun bölümü var. Denizcilik temalı yap-bozlar ve farklı oyunlar sayesinde müze gezisi çocuklar için daha da  zevkli hale geliyor.

Beşiktaş Çarşı hem yemek hem de alışveriş için çok iyi bir yer. Biz Kırkpınar Köftecisi'nde yedik.

Evden çıkarken iPad'inden ayrılmak istemeyen Kuzey, günün sonunda 'Ben bile eğlendim' dedi.

Size de tavsiye ederim.

5 Ocak 2014 Pazar

Haftasonu Etkinlikleri: Old Boy, Kafkas Göçü


Bir zamanlar  Kore yapımı 'Old Boy' pek popülerdi. Ben o zaman seyretmeye fırsat bulamamış ama çok duymuştum. Spike Lee filmin Holywood versiyonunu çekince merak ettim, önce orjinalini seyretmek lazım diye, seyrettim.

Filmin olay örgüsü falan çok enteresan tabii ama benim içim bulandı filmde, fena oldum. Manga etkisini, farklı çekim tekniklerini, buluşları da farkettim ama almayayım, alanı da tutmayayım.

Kafkas Sürgünü'nün 150. Yılı 

Atlas Tarih bu ay Kafkas Sürgünü Özel sayısı çıkardı. 150 yıl önceki Rus-Kafkas Savaşı'nın ardından memleketlerinden göçmek zorunda kalan Kafkas halklarının acıklı öyküsünü anlatmışlar. Benim çok bilmediğim, zorlu bir tarih. Kafkasya çok karışık bir bölge, savaş zaten 100 yıl sürmüş. Ardından da 1,5-2 milyon kişiyi etkileyen sürgün yaşanmış. Çerkesler, Abazalar, Dağıstanlılar Osmanlı'nın farklı bölgelerine göç etmiş. Geldikleri yerde de kimi zaman sorunlar yaşamışlar. Çok iyi asker oldukları için Osmanlı ordusunda görev almışlar. Balkanlar'a göç edenler Balkan Savaşı'nda rol almış mesela ama savaş kaybedilince tekrar göç etmek zorunda kalmışlar.

Ek hem görsel açıdan çok başarılı hem de konuyu derli toplu ve aşırı mağdur edebiyatı yapmadan sunuyor. Ruslar resmen bölgede etnik temizlik yapmak istemişler. Güneye ve sıcak denizlere inmek için hayati olan Kafkaslar'da sorun çıkartan Müslüman halkı oradan çıkartıp, Hristiyan nüfusu bölgeye yerleştirmek istemişler. Müslümanlar'ı sürmüşler sürmesine ama istedikleri sonucu da elde edememişler, Kafkaslar bir türlü huzura ve zenginliğe kavuşamamış.

Ne çok acı yaşanmış 20. yüzyılda.




3 Ocak 2014 Cuma

Yılın İlk Kitabı; Hadrianus'un Anıları



Düzenli yazmaya devam:) 2014'ün ilk kitabını okumaya aslında 2013 sonunda başladım. Sevgili arkadaşım Banu aylar önce vermişti Hadrianus'un Anıları'nı. Ama nedense gözüm korktuğu için bir türlü elim değip de başlayamamıştım. İtalya sevgisi ve bilgisi  benden çok daha derin Banu çok severek okumuştu kitabı.


Ben de yaklaşık bir ay önce okumaya başladım. Marguerite Yourcenar'ın neredeyse 20 senede yazdığı bu kitap Roma İmparatoru Hadrianus'un ağzından yazılmış anılardan oluşuyor. Hadrianus'un evlatlığı  ve sonra imparator olan Marcus Aurelius'a yazdığı mektupları okuyoruz. Tabii ki bunlar gerçek anı ve mektuplar değil, Yourcenar'ın gerçeklerden yola çıkarak yazdığı kurgusal mektuplar.



Hadrianus M.S 117-M.S 138 yılları arasında hüküm sürmüş bir Roma İmparatoru. 'İyi 5 İmparator' olarak bilinen beşliden üçüncüsü. Edirne'nin kurucusu ve İngiltere'deki ünlü Hadrian Duvarı'na ismini veren kişi. Mühim bir tarihi kişilik yani. Yunan düşünce ve felsefesine düşkün, entelektüel  bir imparator.

Hadrianus'un Anıları'nı Nili Bilkur Türkçe'ye çevirmiş ve Helikopter Yayınları basmış. Çeviri çoook başarılı. Baskı kalitesi de çok iyi. Özenli yayınevi sayısı o kadar az ki Helikopter Yayınları'nı gerçekten tebrik etmek lazım. Umarım yolları açık olur.

Kitap, ölüme yaklaşan ve bunun farkında olan Hadrianus'la başlıyor. Yaşlanmış olan İmparator, evlatlığı Aurelius'a hayatını anlatıyor. Hem geçmişini hem yaşadığı anı, tüm tecrübesiyle aktarıyor. Neredeyse hiç diyalog kullanılmadan yazılan kitap, korktuğumun aksine çok rahat okunuyor. Ama çok hızlı okuyamıyorum çünkü cümleler o kadar güzel ve derin ki, defalarca okumak istiyorum.

Tarih, felsefe, yaşam tecrübesi ve insanın kendini tanımasına dair nefis bir kitap. Edebiyatın anlamını hatırlattığı için emeği geçen herkese teşekkür ederim.

Devam edecek.

2 Ocak 2014 Perşembe

2014'ün İlk Filmi; Best Offer

Bu yılki hedeflerimden biri daha çok yazmak. Blogdaki asıl amacım, günlük tutmak. Okuduklarımı, seyrettiklerimi, hissettiklerimi yazınca kafamda her şey daha netleşiyor. Ve de yazmak, en çok muzdarip olduğum unutma illetine bir nebze olsa da çare oluyor.

O nedenle amacım, daha çok yazmak. Aşırı titizlenmeden, düzenli bir şekilde dile getirmek istiyorum yaşadıklarımı.




2014'ün ilk filmi 'Best Offer' oldu. Cennet Sineması(Cinema Paradiso)nun yönetmeni Giuseppe Tornatore'nin son filmi. Başrolünde Geoffrey Rush oynuyor.

Filmin konusu; işinde son derece başarılı ama takıntılı bir müzayedecinin  esrarengiz bir genç kadınla yaşadığı tuhaf ilişki. Sanat ve tarihi eserlerde gerçek ve sahteyi ayırt etmekte bir numara olan kahramanımız gerçek hayatta bunu ne kadar yapabilecek?

Geoffrey Rush başta olmak üzere, oyunculuk 10 numara. Müzik müthiş atmosfer yaratıyor. Planlar, resimler, tempo çok iyi.

İç sızlatan bir film. Özellikle sanatseverlere tavsiye ederim.